Mitoloji, Monomit ve Öykü

Kahramanın ilk işi ikincil etkilere ait dünya sahnesinden ruhun, gerçeklerin yerleşmiş olduğu şu nedensel bölgelerine geri çekilmek ve orada güçlükleri halletmek, kendi başına onların kökünü kazımak (yani, kendi yerel kültürünün yardımcı demonlarıyla çatışmak) ve bozulmamış, dolaysız deneyimi ve C.G. Jung’un “arketipsel imgeler” dediği şeyin asimilasyonunu aşmaktır.

Diyor Joseph Campbell ve devam ediyor:

Düş kişiselleştirilmiş mittir, mit kişisellikten çıkarılmış düştür; hem düş hem de mit ruhun dinamiğini genel işleyişi içinde simgeseldir.

Kahraman modern bir insan olarak ölmüştür; fakat ebedi insan -mükemmelleşmiş, belirsiz, evrensel insan- olarak yeniden doğmuştur. Öyleyse, onun ikinci önemli görevi ve amacı bizlere dönüşmüş olarak geri dönmek ve yenilenmiş yaşamdan aldığı dersi öğretmektir.(1)

Arketipler

Her şeyin birbiriyle iç içe olduğunu unutmadan dünya tarihine bakarsak, rönesans, ardından aydınlanma çağı ve kolonicilik (sömürgecilik) ile bağlantılı olarak 19.yy sonu ve 20.yy başındaki büyük etki uyandıran psikolojik çalışmalara varıyoruz. Psikoloji teorileri -moderne ait her şey gibi- neden aydınlanma çağı ve koloniciliğe bağlı olsun, kısaca açıklamaya çalışalım;

Aydınlanma çağı; kilisenin önce bölünüp sonra otoritesini yavaş yavaş kaybetmesi sonucunda doğa bilimleri alanında çalışanların, kendilerine kiliseden ve her türlü otoriteden bağımsız bir alan yaratmaları anlamına geliyordu. Aynı dönem Halikarnas Balıkçısı’nın da söylediği gibi Hellenik Çağa’a hayranlık ve romantik bir sevgi besleme çağı oldu. Üstelik ilginç olan da hıristiyanlık öncesi pagan devirlere duyulan ve hayatın her alanını kapsayan bu hayranlık, kendisini koyu birer hıristiyan olarak gören entelektüellerin de içinde olduğu bir durumdu. Bu sayede hellenik döneme gereğinden fazla kıymet verildiği görüşünü doğrulamak için “Aydınlanma” döneminden kalan her türlü sanat eserine bakılabilir. Öte yandan eski Roma ve Hellen kültürleriyle hıristiyanlığın ilk dönemleri arasındaki ilişkiye bakarak, Aydınlanma çağındaki “iyi ilişkilerin” de sebebi üzerine fikirler yürütülebilir.

Batılılara göre kolonilerden, bizim tarih metinlerimize göre sömürgelerden de bu romantik dönemi yaşamakta olan barı medeniyetine müthiş bir veri akışı doğmuştu. Sömürgelerden sadece hammadde gelmiyordu. Joseph Conrad’ın Karanlığın Yüreği’nde anlattığı gibi farklı kültür ve yaşam tarzına sahip “ilkel” insan toplulukları ile ilgili çok fazla bilgi, batılı bilgi merkezlerine geliyordu ve bunların tasnif edilmesi bile yüzyıllar sürecekti. Kendisini Hellen medeniyetinin devamı olarak görme kararlılığındaki batı medeniyeti bütün bu bilgiyi, Aydınlanma Çağı’na mahsus hellenik-avrupalı düşünüş şekline dönüştürerek günümüze kadar aktardı. Jung, Freud ve Adler gibi 20.yy’ın büyük psikoloji ekollerinin kurucularının ve takipçilerinin çalışmalarında aynı hellenik-avrupalı bakış açısını görebiliriz. Modern bakış açısının rönesans dönemindeki romantik bakış açısına göre önemli bir farkı vardı. Referans değişmemişti ama aynı mesnet noktasına göre değerlendirilecek verilerin çeşitliliği bütün gezegeni kapsıyordu. Jung, Freud ve Adler’i (ve tabii ki Campbell’i) bu bağlamda değerlendirmek lazımdır. Nitekim kökenleri son derece romantik ve şiirsel olan (anti-otoriter) bakış açısıyla kurulan ekollerin pek çoğunun teorik yetersizliği yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra konuşulmaya başlandı. Modern öğretilerin çoğu, bugün bütünüyle terkedilmemiş olsa da eski ihtişamından çok uzaktadır. Bilinçdışı kavramına yaslanılarak üretilen psikolojilerin bilimselliği de sorgulanmalıdır. Rüyalar, semboller, bilinçdışı kavramlarını kullanarak her bulguyu teorinize uygun bir yorumla konumlandırabilirsiniz.

Batı medeniyeti, yukarıda sözü geçen romantik yükseliş döneminde (belki de yükselmekte olan tüm hareketlerde olduğu gibi) kendisini haklı ve mümkün görülen tek paradigma olarak görmüştür. Halen de aynı kanıya sahip batılılar (ve batılı-olmayanlar!) mevcut. Batı medeniyetini “mutlak ve geçerli” tek medeniyet olarak görmek şeklinde ifade edince kabullenilesi bir şey gibi görünmese de pek çoklarımız aldığımız eğitim, kitle iletişim araçları sayesinde formatlanmış batılı zihinlerle düşünüyoruz. Hamasi anlamda batı-doğu polemiği zaten yıllardır yapılıyor, burada bize (öykü-senaryo yazarlarına, yazar adaylarına, entelektüellere, her daim öğrenci olanlara) düşen; reaksiyon vermek değil kanaatindeyim. Biz keşfetme safhasındayız. Keşfetmek ve kendini konumlandırmak.

Bütün dünyadan akan (antropolojik-mitolojik-tarihsel) mirastan, verilerden yola çıkılarak bir öykü anlatma sistemini deşifre etmeye çalışan Campbell’i bir mitoloji-paganizim havarisi olarak okumak yerine poetikalar bağlamında okumak daha yerinde olur diye belirtmeliyim. Campbell’de insanoğluna ait pek çok öykü bulacaksınız. Bir antoloji olarak değil öykü yazarlarına ipuçları sunan bir derleyici olarak Campbell ve ona ait monomit teorisi çok değerlidir. Hayatın sırları Campbell sonrasında da sır olarak kalmaya devam edecektir. Ama öykü yazarı zaten bu sırrın peşinde koşan insan değil midir, ulaşamayacağını bile bile… Dünyayı ve insanı tanımak için, hangi disipline bağlı kalacaksanız kalın Campbell ve Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’na göz atmak faydalı olacaktır. Kitabı ve içindeki düşünceleri yukarıdaki tartışmalar bağlamında okumak kaydıyla!

(1) Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, sf. 28-30-31, Kabalcı 2.baskı 2010


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.