Kamera oyuncak değildir!

Aynı şekilde kamerayla çok oynayan yönetmen de iyi yönetmen değildir.

Neden?

Meselenin kökeninde Aristo var, evet yanlış okumadınız Aristo. Hala gündemdeki ve geçerliliğini koruyan kitabı Poetika’da anlattıkları. Tabi meseleleri Aristo’ya indirgemek de başka bir sorun, biz kamerayı oyuncak zannedenlerin anlayacağı şeyleri yazmaya çalışalım ve ifade etmiş olalım ki klasik drama yapıyorsanız, ki yapmaya çalıştığınız şey o; inkara ya da “ben kuralları yıkıyorum” havasına girmenize hiç gerek yok, reyting ya da box office için yapmayacağınız şey yok çünkü, seyircinizin izlediği dramadaki karakterlerle özdeşleşmesini istiyor olmanız gerekiyor. Ama buna rağmen ısrarla “görmemişin oğlu olmuş, tutmuş …..” atasözümüzü hatırlatırcasına olup olmadık yerde yok steadycam, yok panther, yok crane, yok jimmy-jib, yok el kamerası kullanarak kamerayı neden seyircinizin gözüne sokuyorsunuz? Sık sık görüyorum: iki oyuncu karşılıklı diyaloglarını icra ederlerken kamera hafif bir kayma hareketi yapıyor, diyalog bir onda bir diğerinde, kamera ise kendi kafasına göre hareket ediyor, durmak bilmeyen kamera yine birden kafasına göre geri dönüyor, ne diyaloglarda ne oyuncuların konumlarında ne de arkaplanda kameranın bu ani hareketinin mantığını açıklayabilecek bir tek şey yok.

Havalı bir kamera arkası için vinç şart!
Havalı bir kamera arkası için vinç şart!

Kameranın “görgüsüzce” hareket etmesinin üç gerekçesi var:

Bir: yönetmen meslektaşımızın kamerayı hareket ettirebileceği sofistike bir cihazın sette hazır ve nazır bulunması.
İki: kamera hareket ederse kıpır kıpır, dinamik bir film olur, seyircisini uyutmaz ve böylece kumandanın düğmesine dokunmak aklına gelmez.
Üç: “ne kadar kamera hareketi (ve kamera açısı), o kadar iyi yönetmen” imajı.

Üç gerekçe de saçma ve yanlış. Video klip çekiyorsanız yönetmen olarak kameranızla deneysel hareketler yapabilirsiniz. Çünkü dramatik bir anlatım oluşturmak gibi bir derdiniz olmayabilir. Ama seyirci ile dramatik senaryonuz arasında kopmaz bir bağ oluşturmak istiyorsanız, gerekmeyen her kamera hareketi o bağa zarar verir. Klasik dramada ister sahne, ister beyazperde ve ya isterse ekranda olsun, seyirci izlediğini “gerçek” kabul etmek ister. İzlediği şeyin birileri tarafından kurgulanmış, ve “-mış gibi” sahte hareketlerden oluştuğunu düşünmek istemez. Klasik drama, kendi gerçekliğini yansıtmaya çalışır ve bu gerçeklik, yaşadığımız gerçekliğin taklididir. Günlük hayatınızda kurgulanmış, bir davranışa, sadece basit bir mimik bile olsa sinir olursunuz. Kendinizi ekrandaki olayların heyecanına kaptırıp ekrandaki karakterler gibi düşünmek ve hissetmek için çabalarken, sahte ve kurgulanmış kamera hareketleri ile karşılaştığınızda, tabağınızdaki kuru fasulye tanelerinin plastik olduğunu farkettiğiniz andaki kadar sinir olursunuz. Buna yabancılaşma etkisi denir. Genel (yani çok sayıda) seyirci hedefi için hiç de istenmeyen bir durumdur.

– Klasik drama yapmak zorunda mıyız?

Tabii ki değiliz. Ama burada, reyting rakamlarına şehvet dolu gözlerle bakılan televizyon dizilerindeki ve çok seyirci hedefleyen sinema filmlerindeki kamera hareketlerini konuşuyorsak yabancılaşma etkisi gibi ana akımdan sizi uzaklaştıracak tercihleri yapamazsınız. İşin daha da tuhafı bu tercihin yabancılaşma etkisi doğuracağını bilmiyor olmak. Tuhafın da tuhafı bunun (kamera hareketlerinin) bir tercih olduğunu ve seyirciyi yakından ilgilendiriyor olduğunu bilmiyor olmak! Vincin tepesine çıkıp kamera arkası fotolarında fiyakalı görünmek mi yoksa seyircinize seyir zevki vermek mi istersiniz?

– Ama biliyoruz ve izliyoruz ki 24 ve Lost gibi dünyaca ünlü ve çok fazla izlenen TV dizilerinde hatta çoğu sinema filminde hep kamera hareketi var? Bazen kamera elde bazen de kıpır kıpır kayıp gidiyor kamera?

Öncelikle kamera hareketi hiç olmamalı demiyoruz. Gerektiği zaman olmalı diyoruz. Sadece kamera ile ilgili bir konu da değil bu. Sinemasal anlatımın bütün elemetleri için geçerli. Seyirci bu elementlerden bir tanesi farkettiği an o element görevini iyi yapmıyor demektir. Çünkü yabancılaşma etkisi uyandırıyordur. Müziği duyduğum ve farkettiğim an, “filmin müzikleri ne güzel” derim ve izlediğim şeyin bir film olduğunun ayırdındayımdır. Bu yabancılaşma etkisidir.

Tiyatro ve yabancılaştırma kavramları bir araya gelince aklımıza gelen ilk isim kuşkusuz Bertolt Brecht oluyor. Brecht Aristotelesçi Tiyatro’ya karşı geliştirdiği Epik Diyalektik Tiyatro anlayışı ile Geleneksel Tiyatro’ya karşı en güçlü anti-tezi savunmuş ve uygulamıştır.
Tiyatro ve yabancılaştırma kavramları bir araya gelince aklımıza gelen ilk isim kuşkusuz Bertolt Brecht oluyor. Brecht Aristotelesçi Tiyatro’ya karşı geliştirdiği Epik Diyalektik Tiyatro anlayışı ile Geleneksel Tiyatro’ya karşı en güçlü anti-tezi savunmuş ve uygulamıştır. Bu tez modern sinema ve TV anlatım tekniklerini de etkilemiştir.

“Adam ne güzel oynuyor, nasıl da ağlıyor, yırtınıyor” dediğim an, aktörün ekrandaki davranışlarının bir imitasyon olduğunun, bir oyun olduğunun ayırdındayımdır ve aktör aslında oyunculuk işini o an iyi yapmıyordur. Bir seyirci olarak karşımdakinin bir aktör olduğunu ve rol yaptığını görmeyecek kadar iyi (yani küçük) oyunculuk yapmasını istiyorum. Tam tersi algı o kadar güçlü ki her yer “rol kesen” ama oyunculuğun “o”sundan uzak tiplerle dolu. Oyunculuk işinin cehaleti özetle “ne kadar çok mimik o kadar iyi oyuncu” algısından öte bir şey değildir. Gelelim modern sinema ve TV ürünlerindeki kamera hareketlerine. 24 dizisinin senaryosu ile filanca yerli dizinin (mesela polisiyelerden biri) senaryosu aynı kıvamda oldukları için kamera hareketlerinin de aynı kıvamda olması gayet normal değil mi? Pöh! Kamera, polisiye dizide saniyede bir hızlı zoom-in ve zoom-out yapmalı bu bir kural olmalı, öyle mi?! Haber kamerası gibi davranırsak tempoyu artırmış mı oluruz?

Kesinlikle ilgisiz bir durum söz konusu. Kamera hareketlerini belirleyen şey senaryodan başkası değildir. Statik bir senaryoyu filme alırken kamerayla sık sık zoom-in veya zoom-out yapmak başdönmesi ve mide bulantısından başka bir şey oluşturmaz. Senaryonun gerektirmediği hızlı kamera hareketleri ya da kurgu, yabancılaşma etkisi oluşturur ve sanıldığı gibi tempoyu artırmaz. Tıpkı kamerayı bir bond çantanın içine koymak, aykırı açılardan çekim yapmanın yönetmeni iyi bir yönetmen yapmaması gibi. Ucuz Roman’da kameranın bond çantanın içinde olmasının bir anlamı vardır. Her bond çanta gördüğünüzde kamera açısını çantanın içinden vermek ise anlamsız ve saçmadır. İyi yönetmen değişik ve aykırı kamera açıları değil, doğru açılar verendir. Yabancılaşma etkisi uyandırmak ve klasik dramadan uzaklaşıp anti-drama yapılmak isteniyorsa iş değişir. Eğer deneysel işler yapmak ve ana akımın dışına çıkmak istiyorsanız kamera ile denemelere girişebilirsiniz. Yok eğer seyircinize filminizi izletmek sizin için önemliyse kamerayla fazla oynamayın, o seyircinin malıdır, sizin (yönetmenin) oyuncağınız değildir.

Her açısıyla ve hareketiyle bir anlamı seyircisine aktaran kamera bir oyuncak değildir. İyi kamera kendi varlığını unutturandır.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

“Kamera oyuncak değildir!” için 2 yanıt

  1. Ömer

    Hocam merhabalar, kameramanlıkla ilgili yazılar ararken sizin sitenize ulaştım. Bu arada hiç yazı bulamıyorum ve rica ediyorum elinizde kameramanlıkla, görüntü yönetimi ile yazılar varsa bunları benimle paylaşabilir misiniz?

    http://www.gokhanyorgancigil.com/?p=1030 Burada dediklerinize tamamen katılıyorum. Kamera hareketi dramanın önüne geçmemeli, bu yüzden gereksiz hareketlerden kaçınılmalıdır. Çünkü izleyici sinema ile ilgili bir okul okumadıysa bile onlarca yıldır tv izleyicisidir ve herşeyin farkında olandır. Bu farkındalık bilinçli olmasa dahi, nasıl ki “bu marka yoğurt daha iyi” “geçen aldığım marka yoğurt iyi değildi” gibi şeylerin ayırdına yoğurt eksperi olmaksızın hakim ise; sinema ve tv de artık onlar için bu derece basite indirgenmiştir (basite indirgenmiştir demek istememiştim, doğru kelimeyi bulamadım). Benim kanaatimce sallanan bir kamera da durağan bir kamera da seyircide yabancılık hissettirmemeli, hayatın doğal akışında gitmesine özen gösterilmelidir. (zippan yapmak, kamerayı sallamak, flulaştırıp netleştirmek gibi) Yönetmenin tercihi bu yönde filmin yapısına göre belirlenmeli, dersini iyi çalışıp herşeyi önceden görmelidir.

    Benim de bir blogum vardı kameramanlıkla ilgili yazılar yazmaya gayret ediyordum ama daha ben kameraya doyamadım ki ne yazmamı bekliyorsunuz.

    Bugün “Sıfır Dediğimde” filminizi tekrar izleyeceğim. İyi çalışmalar dilerim.

    1. Özel olarak kamera ile görüntü yönetmenliği ile ilgili yazılar yok elimde. Zaman zaman yabancı literatürden bir şeyler okuyorum. Paylaşmaya gücüm yettiklerini de paylaşıyorum. Malesef ülkemizde konuyla ilgili özgün ya da tercüme eser yeteri kadar bulunmuyor…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.