Gerçeği Anlat

Bir zamanlar görkemli sarayında, ailesiyle varlık içinde ve mutlu mesut yaşarken uğradığı ihanetin sonucunda karısına ve hatta sonrasında bütün kadınlara düşman olan bir padişah varmış. Adı Şehriyar… Bu padişah öylesine kadın düşmanı olmuş ki karısını idam ettirdikten sonra ülkesindeki evlenme çağına gelen genç kızlarla evlenip bir gece geçirdikten sonra sabaha karşı hepsini idam ettirmeye başlamış. Ülkesinde bir kadın katliamı yürütmüş artık nasıl bir öfkeyse bu… Başta Vezir olmak üzere bütün saray erkânı ülkede ne kadar evlenecek yaşta genç kadın varsa saptayıp zorla Şah Şehriyar ile evlendirmişler. Hiçbiri aynı acı sondan kaçamamış. Şehriyar en ufak bir sevgi ya da merhamet belirtisi göstermiyormuş. Böyle zalim bir padişahtan korkan vezir kendi kızlarını konudan uzak tutabildiği kadar tutmuş ama ülkede artık kız kalmayınca onun da kaçacak yeri ya da uyduracak bahanesi kalmamış. Büyük kızı Şehrazat’a konuyu açmış. Şehrazat ülkenin başına çöken bu kabustan habersiz değil elbette. Çaresiz babasını teselli etmiş. Şah Şehriyar ile evlenmeye gönüllü olmuş. Kendinden birkaç yaş küçük kız kardeşiyle hem kendilerini hem de ülkede sağ kalan bekar ne kadar kadın kaldıysa kurtarmak için birlikte bir plan yapmışlar. Nitekim evlendikleri gecenin sonunda Şehrazat bir kaç saatlik kocası Şehriyar’a bir masal anlatmaya başlamış. Normal şartlarda günün ilk ışıkları ile idam edilmesi gereken taze gelin, masalını bitirememiş. Şehriyar merak içinde, peki ya sonra diye sorup durmaya başlamış, masalın sonunda ne oluyor? Fakat herkesin uykusu da geldiği için masala ertesi gece devam etmeye karar vermişler. İşte böylece Şehrazat idam edilmekten paçayı kurtaran ilk gelin olmuş. Ertesi gece ne olmuş, biliyor musunuz? Tesadüfe bakın ki masal yine yarım kalmış. Bu böyle kaç gece devam etmiş dersiniz?

Anlattığım bu öykü; kökeni Hindistan’a, İran’a, bütün Orta Doğu’ya ve kim bilir başka nerelere kadar uzanan binlerce yıllık sözlü masal anlatma geleneğinin bir ürünü. Kadınların ve öykülerin gücünü gösteren uzun yüzyıllardan süzülüp gelmiş kolektif rüyaların muhteşem bir anıtı. Şehrazat, öykülerin gücünü kullanarak sadece canını kurtarmakla kalmıyor aynı zamanda ülkesindeki bütün kadınların da hayatını zalim bir padişahın gazabından kurtarıyor. Öylesine öykü diye bir şey olmadığını hep söylüyoruz ya Binbir Gece Masalları adı verilen bu anıt eser de öylesine öykülerden oluşmuyor. Öykülerin kendisi bir yana bu öyküleri anlatanlar ve hatta dinleyenler bile öyküye bir katkıda bulunuyorlar. Belki binlerce yıl dünyanın büyük bir bölümünün kolektif anlatısıyken, modern çağla birlikte batı edebiyatını ve genel olarak bütün dünya sanatını derinden etkileyen bir kaynaktan bahsediyoruz. Bir öykü, hayat ile ölüm arasındaki ayrım kadar keskin olabilir.

Bin beş yüzlü yıllarda Venedik’te yaşayan, askeri yeteneklerini, fiziki gücünü, savaşçı ruhunu kimsenin reddedemeyeceği bir adam hayal edin. Öyle ki bu adam aynı safta olduğu müttefiklerini bile bu özellikleriyle korkutuyor olsun. O yıllarda Türkler ile savaş halindeki Venedikliler, kendilerinden olmayan bu adama muhtaç olsunlar. Ve bu adam Venedik’teki soylu adamlardan birinin kızıyla bir gece ansızın evlenmiş olsun. Herkes, başta kızın babası; nasıl oldu da kızım bu “canavarımsı yaratığa” gönlünü kaptırdı diye sormaya başlasın. 

Shakespeare tıpkı binbir gece masallarını başlatan Şehrazat gibi öykülerin gücüne işte böyle dikkat çekiyor meşhur Othello’sunda. Desdemona gibi bir kız nasıl olur da Othello gibi bir adama gönlünü kaptırır? Bu empati yoksunu, sefil ırkçı görüşü yerle bir etmek için öykülerin gücünü anlatan bir öykü anlatır bize Shakespeare. Othello, öylesine bir öykü değildir anlayacağınız…

Othello gururuna düşkün bir adam olarak bir dedikodunun -yani bir başka anlatının- kurbanı olur Shakespeare’in öyküsünde. Dedikodu da aslında bir öyküdür ve insanları harekete geçirebilir. Çünkü kelimeler güçlüdür.

Öykülerin deneyimlerden önemli bir farkı vardır. Öykü deneyimlerimizdeki gereksiz ayrıntıları ayıklar ve bir sınır, bir çerçeve çizer. Yeri gelmişken neden bunları anlatıyorum, onu da açıklamak isterim. Senaryo nasıl yazılır, yaratıcı yazarlık, bir roman nasıl yazılır gibi tıkır tıkır hazır lokma cevaplar arayanların başlaması gereken yer burasıdır çünkü. Unutmayın hiçbir başarı kolay, hazır lokmalarla, emeksiz gelmez. Burada size senaryo yazarlığı ya da yazarlıkla ilgili son derece konsantre hazır lokma bilgiler verebilirim. Ama sizi temin ederim bunlar sizi yazar yapmaz. Önce ne yapmak istediğinizi bilmeniz gerekiyor. Yazma veya öykü anlatma işinin gerçekten ne olduğunu görüyor olmalısınız. Nasıl heyecan verici bir dünyaya adım attığınızı hissetmelisiniz. Bütün hayatınıza yayılacak o enerji burada, bu noktada gizli çünkü.

Öykü çerçeve çizer. Deneyimden farkı budur. Bir müzik parçası sonsuz sayıda notadan oluşmaz. Mırıldandığınız bir melodide sınırlı sayıda nota vardır. Bir ressam bütün doğayı tuvaline aktaramaz, bir sinemacı bir insanın bütün hayatını anlatamaz. Gereksiz ayrıntıları ayıklayıp bir çerçeve çizmek zorundadır. Hangimiz izlediğimiz bir filmde kahramanımızın arabasına bir park yeri bulabilmek için uzun uzun dolandığını görmek isteriz? Haha! Umarım sanat sineması yapıyor olduğunu kanıtlamak için bizi böyle sıkıcı sahnelere maruz bırakan sinemacılar da okuyordur bu bölümü.

Öykü demek değişim demektir. Değişim kolay bir şey değildir. İnsanlar değişmeye direnirler. Değişmek için zaman gerekir. İki saatlik bir sinema filmine bir insanın değişimini göstermek için ayıklama ve çerçeve çizme mecburiyeti bu noktadan kaynaklanır. Kimse güvenlik kameraları tarafından çekilmiş saatlerce görüntüyü izlemek istemez. Güvenlik kameraları uzay-zaman adını verdiğimiz o geometrik yapının bir bölgesini kesintisiz ve ayıklanmadan bize gösterirler. Kendi hayatımı kesintiye uğratıp, böyle bir uzay-zaman kesintisi yaşamak istiyor muyum? Hayır! Hayat kısa ve benim çalabilmek için sonlu sayıda tuşları olan bir piyanoya ihtiyacım var. 

Öykü insanın davranış­larını aklama ihtiyacının bir dışavurumudur. Yani şikayet edip, mızmızlanmak bile öykünün gücüyle bir sanat eserine dönüşebilir.

Öykü ahlaki bir durum ortaya koyar. Karakterlerin, okuyucunun ya da yazarın yapması gereken ahlaki tercihler vardır.

Hikayeler bizim açıklama, öğretme ve kendimizi eğlendirme yöntemimizdir. Çoğunlukla bu üçü bir aradadır.

Hikaye yarattığımızda, yani olayları kişisel efsanelere, kıssa­lara, destanlara ve; anekdotlara dönüştürdüğümüzde, varlığın zor­lu ve kafa kanştırıcı gerçeklerinden birini kabullenmeye başlarız. Hikaye anlatmak yaşamın korkutucu rastlantısallığının üstesin­den gelebilme, en azından onu kısmen kontrol altına alma çabası­dır. Yaşamın büyük kısmı, bazen de en önemli bölümü, gelişigü­zel mutluluklara ve tesadüflere bağlıdır. Bir kadın köşeyi döner, bir yabancıyla karşılaşır, iki yıl sonra evlenirler, çocukları olur ve yir­miyıl sonra dünyada, o kadın o gün o köşeyi dönmeseydi hiçbir za­man var olamayacak yetişkinler bulunmaktadır. Tesadüfi görünen bu olayın insani sonuçlan yüzlerce, hatta binlerce yıl devam edebi­lir; tek bir saniye, hayal edilemeyecek kadar uzun bir geleceğe etki edebilir. Hayretle karşılayacağımız bu gerçeği düşündükçe rahat­sız da olabiliriz, çünkü bu, hayatlarımızın gidişatı üzerinde ne ka­dar az kontrol sahibi olduğumuzu gösterir. Başarı anlatı yaratır, ama başarısızlık da öyle. Hayat etrafa hikayeler saçarken, hi­kayeler hayatlar yaratır. 

Bazen de hikaye anlatma işi bir saplantıya dönüşebilir. Hieronymus Karl Friedrich von Münchhausen 1720 yılında Almanya’nın küçük bir kasabası Bodenwerder’de doğdu. Profesyonel bir niyetle Osmanlı’ya karşı Avusturya-Rus Savaşı’nda görev aldı. Savaşta ne yaptı nasıl bir rolü oldu bilemiyorum ama savaştan dönünce yaşadıklarını öyle güzel, öyle ballandıra ballandıra, öyle abartarak anlattı ki; soylular arasında akşam yemeği sonrası anlattığı öyküleriyle bir fenomene dönüştü. Doğal bir öykü anlatıcısıydı, Baron Munchausen. Rudolf Erich Raspe adındaki bir yazar henüz daha orijinal Baron yaşarken Baron’un ağzından anlattığı hikayeleri bir roman haline getirdi. Raspe’nin romanında Baron kendisini bir süper kahraman gibi resmediyordu. Mesela bir top güllesine at gibi binerek Ay’a gidiyor, Akdeniz’de büyük bir balık tarafından yutuluyor, kendini saçından tutup yukarı doğru çekiştirerek denizde boğulmaktan kurtarıyor, kazara ikiye bölünmüş bir ata binmek gibi acayip işler yapıyor… Baron Munchausen bu haliyle, söylediği yalan yanlış şeylerle başkalarının sevgisini kazanmaya çalışan ilgi delisi insanların temsilcisi oldu. Bugün Munchausen Sendromu adıyla bilinen bir psikolojik rahatsızlık var. Munchausen Sendromu; hasta olmadığını bildikleri halde doktor ve hemşirelerden ilgi görmek için uydurdukları hastalıkları bahane edip hastaneleri klinikleri aşındıran insanlar için kullanılıyor. Hastalık hastaları kendisini hasta zannetmesine rağmen Munchausen Sendromu sahipleri her şeyi gayet iyi biliyorlar.

Genlerimizdeki öykü anlatma özelliklerini, sevgi görebilmek için yalanlarla süslemek… Öykünün ve öykü anlatıcılığının yalanla bir ilişkisi olduğu muhakkak. Türkçenin günlük kullanımında “bize ne hikayeler anlatacaksın bakalım” diye bir söz duyduğunuzda yalan ve yalancılık vurgusu maalesef öykü anlatıcılığıyla bir tutuluyor demektir. Aldırmayın. Bu demek değildir ki öykü anlatıcılığı yalancılıktır ya da ahlaksızlıktır. Fransız Yeni Dalga Sineması’nın öncülerinden Jean Luc Godard “Bazen gerçekler çok karmaşıktır, öyküler sayesinde şekil alırlar” demişti. Bugün dünyanın en bilinen senaryo hocalarından Robert McKee İstanbul’a geldiğinde kendi kitabının ilk sayfasını benim için imzalayıp şöyle yazdı: “Tell the truth” yani “gerçeği anlat”. Ancak şunu da unutmayın; bir öykü anlatmak sadece para kazanmak için yapılacak iş değildir. Olayı böyle gördüğünüz anda sizde de Munchausen Sendromu var demektir.

“Sometimes reality is too complex. Stories give it form.” – Jean Luc Godard.

“The art of storytelling is reaching its end because the epic slice of truth, wisdom, is dying out.”  – Walter Benjamin

Bu yazı Senaryo Yazarlığı kategorisine gönderilmiş ve , , , , , , , , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.