Bir senaryo yazmak için önce senaryonun ne olduğu konusunda uzlaşalım. Senaryo; sinema filmi, kısa film, video klip, TV filmi, TV dizisi, web serisi, belgesel, sunum, vb. gibi görsel içerikli eserlerin içeriğinin yazılı halidir. Senaryo sadece ‘kurmaca’ türler için yazılmaz. Kurmaca olmayan (belgesel, sunum gibi) görsel içerikli eserler için de senaryo yazılır.
Kurmaca: temel olarak gerçeklerden ya da tarihten beslenmeyen, yazarının hayal gücünden beslenen anlatı türlerine verilen genel isimdir. Yazar bazen gerçek/yaşanmış bir hayattan beslenebilir ya da kesitler alabilir, ancak olayları ve karakterleri anlatırken bakış açısı ve kronoloji gibi bazı temel tercihleri yaparken esas aldığı şey kendi hayal gücüdür. Kurmaca türünü ayırt etmek için olayların ve karakterlerin anlatı içindeki düzenine bakmak faydalı olabilir. Örneğin yazar, bir karakterin, başka hiç bir canlının görmediği bir zaman dilimindeki davranışlarını anlatıyorsa bu kurmacadır. Genellikle bütün kurmacalar, karakterlerin iç dünyasıyla ve başka insanların görmediği davranışlarıyla da ilgilenirler. Bir haber metni kurmaca değildir. Bir belgesel senaryosu (içinde kurmaca bölümler içerebilir) kurmaca değildir.
Bugün genel kullanımda senaryo dendiğinde kurmaca senaryo anlaşılır. Hatta günlük dilimizde ‘senaryo’ kelimesi ‘yalan dolan’ anlamında da yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Hayal gücü ile gerçeğin arasında gri ve sorunlu bir alan vardır. Yazar’ın varlığı bu sorunu oluşturmaktadır. Çünkü çoğu zaman (bir tercih olarak) kurmaca yazarı, ‘her şeyi bilen adam’ konumunda bulunur.
Yazar’ın yazdığı eser ile ilişkisi gibi, kurmaca türünün gerçek dünya/yaşam ile ilişkisi gibi konular tarih dönemlerine, kültürel ve sosyal arka plana ve felsefi yaklaşım ve inançlara göre farklılıklar gösterebilir. Bütün bu farklılıkları inceleyen, ayrıntılı ve karmaşık konu başlıklarıyla dolu disiplinler mevcuttur. Genel bir uzlaşı da yoktur. Ne var ki insanlık kadar eski anlatı geleneği bir şekilde var olmaya devam edegelmektedir. Anlatı, şekil değiştirebilir, ortam değiştirebilir ama var olmaya devam eden/edecek olan tanımlayıcı bir insan fonksiyonudur. Dünyadaki bütün kültürler, bütün dinler ve mitolojiler, inanç ve hatta düşünce sistemleri, toplumlar, futbol takımları bile bir anlatıya ihtiyaç duyarlar. Bireyler de anlatısız yaşayamazlar. Herkesin bireysel bir hikayesi/anlatısı vardır. Bu sebeple çoğu insan laf arasında ‘hayatım roman’ deyiverir.
Bu sebeple bir senaryo yazmak demek bir öykü anlatıcısı olma iddiasını gerektirir. Öykü anlatmak ve öykü dinlemek vazgeçemeyeceğimiz özelliklerimizdir. Tanımadığımız insanlar kendi aralarında konuşurlarken bile kulak kabartırız, bir öykü yakalamaya çalışırız. Evet, dedikodu bir anlatı türüdür.
Uzun lafın kısası, bir senaryo yazmak istiyorsanız olayları ve karakterlerinizi hangi sırada ve hangi dozda yazacağınızı tasarlayabilecek kadar ‘anlatı’ ustası olmak zorundasınız. Senaryo yazarlığı, sadece senaryo sayfa düzenini bilmek değildir. Bir senaryo yazmak istiyorsanız anlatmak istediğiniz öyküyü seyircisi üzerinde oluşturmak istediğiniz etkiye göre de yazmanız gerekir. Görüldüğü üzere derinlemesine düşünce ve emek gerektiren pek çok temel sorunla karşı karşıyayız. Bu sebeple çoğu insan ‘hayatım roman’ der ama oturup roman yazmayı başarabilen, yazdıktan sonra da kabul gören çok az insan vardır. Bir film ya da bir dizi film izleyip, ‘ben de yazmak istiyorum’ demiş olmanız son derece doğaldır. Bunu dediğiniz anda ‘hayatım roman’ diyen kişiler arasında yerinizi almışsınız demektir. Geriye önemli bir mesele kalmıştır artık: oturup yazmak.
Yazar her şeyden önce bir seyirci/okuyucudur. Bir filmin ya da kitabın kendisi üzerindeki etkisini başkaları üzerinde oluşturmak isteğiyle yanıp tutuşan bir insandır. İyi yazarlar iyi birer okuyucu, iyi senaristler de iyi birer seyircidirler. Kaderiyle pazarlık yapmaya çalışan bir insanın düştüğü durum kadar trajik bir durumdur; bir yazar adayı için okumaya ve izlemeye direnmek…
Devamı haftaya…
Bir yanıt yazın