Ah, aldanmayı ne kadar da severiz. Cahil sanılmaktan gizlice ürker, korkarız. Ve nihayet, eninde sonunda da cahil olarak kalırız, yalnız bu cehaletimiz uzun ve çapraşık bir şekilde olmuştur.
İngilizce bir atasözü vardır: “Bana sual sorma, sana yalan söylemeyeyim” derler. Bir peri masalı dinleyen yedi yaşındaki çocuk bunu pek iyi anlar, kavrar. Masal anlatılırken de sorguya kalkışmaz. Böylece, masalın saf ve güzel sahteliği, yapmalığı, takıştırmalığı bir bebek kadar masum ve çıplak, hakikatin kendisi kadar şeffaf, kaynayan taze bir kaynak kadar duru kalır. Fakat çağdaşlarımızın bilgiç ve ağır, sakil yalanı, gerçek hüviyetini örtülü ve sarılı tutmak zorundadır. Ve herhangi bir yerde en küçük bir kandırma menfezi meydana çıkarılacak olursa, okuyucu afiflikten doğan bir nefretle yüzünü, sırtını çevirir, muharrir de gözden düşer.
Çocukken, genç iken bütün güzel tatlı şeyleri anlardık. Bir peri masalının şirin taraflarını da kendimize mahsus yanıknaz bir fen usulüyle bulur, keşfederdik. Bilgi gibi faydasız şeylere asla aldırmazdık. Biz yalnız hakikati severdik. Ve hile ve mugalatadan uzak küçük kalbimiz billurdan hakikat sarayının nerede olduğunu ve buraya nasıl ulaşacağını pek iyi bilirdi. Fakat bugün, bizden sahifelerce müşahhas deliller yazmamız isteniyor, oysaki hakikat sadece şudur: “Bir hükümdar var idi…”
Yukarıdaki satırlar Tagore‘a ait. “Vaktiyle bir hükümdar vardı” isimli masalımsı öyküsünün bir yerinde; dram, tragedya ya da komedinin işlevine dair Platon’dan, Aristo’dan bu yana süregelen tartışmalara, yaklaşımlara kendi bakış açısıyla bir ek yapıyor Hintli/Bengal yazar Tagore. Felsefi bir argüman ortaya sürmüyor hiç şüphesiz. Bilginin bizi çocukluğa ait o duruluktan çıkarıp nasıl da hakikatten uzaklaştırdığına dem vuruyor. Çok bilgisi olan ama hakikate uzak kalmayı marifet sayan bizlere…
Acıkan Taşlar, Tagore. Kırkambar Kitaplığı 2009, sf.57-58 tercüme: İbrahim Hoyi.
Gökhan için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et