James Cameron’dan Avatar

Devletşah sağolsun, davet etti, 15 dakikalık teaser’ını gördük, şimdi de yorumlayalım. James Cameron‘u Abyss, Aliens, Terminator ve Terminator 2 ve Titanic ile hatırlıyoruz. Kendisi sinema salonlarında en çok izlenen film olan Titanic ile (ve hatta oscar törenlerinde filminin ana karakterine özenip “ben bu dünyanın kralıyım” şeklinde haykırmasıyla) daha çok tanınsa da kanımızca aksiyon türünün en önde gelen yönetmenidir. Terminator 2 ve Aliens bu türde çekilmiş en iyi filmler belki de. Titanic’tan sonra sükse yapacak bir işle geri dönmeye karar vermiş olsa gerek ki 3 boyutlu Avatar ile karşımıza çıkıyor.

Öncelikle filmin gösterime çıkmasından altı ay kadar önce 15 dakikalık bir “teaser” partisi düzenlenmesinin bir kaç amacı olmalı diye düşünüyoruz: Sponsor desteği, filmin tanıtımı ve belki de en önemlisi teaser üzerinden filmin teknolojisi, atmosferi üzerine tepkileri ölçerek gösterim öncesi değerlendirmek ve belki son değişiklikler için fikir avcılığı yapmak…

Avatar, görkemli bir iş olmuş. Zemeckis‘in Beowulf’unun izinden giden film, 3 boyut gözlükleri ile izleniyor. 3 boyutlu filmlerle ilgili önemli bir saptama yapmamız gerekiyor. Sinema perdesinde üçüncü boyut demek derinliği olan görüntüleri izlemek demek ve insan gözüne üçüncü boyutu izlerken daha fazla iş düşüyor demek. Alan derinliği, ciddi bir “netleme” ödevini insan gözüne yüklüyor. Bu durumun doğuracağı tek sorun gözlerde yorgunluk ve başağrısı değil. İnsan gözü ve beyninin perdedeki üç boyutlu görüntünün netliğinin nerede olduğunu anlaması için bir süre gerekiyor. Üçüncü boyutun getirdiği doğal sonuç olarak netliğin olmadığı flu alanlar ya çok yakındakiler ya da çok uzaktakiler olmuyor her zaman. Perdeden fırlayan ve hemen başınızın üzerindeymiş hissini veren nesneler için insan gözünün ayrı bir netleme süresi harcaması gerekiyor. Bu durum yani gözünüzün ve beyninizin harcayacağı ekstra emek; üçüncü boyut, yani derinlik hissinin verdiği haz ile kıyaslanacak olursa kabul edilebilir bir şey… Ne var ki çok kısa süreli planlarda ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Ardarda gelen kısa planlarda görme eylemi, idrak etme eylemine dönüşmeden perdedeki görüntü değişiyor. Özetle: kısa planlar ve üç boyutlu projeksiyon teknolojisi bir arada olunca istenen verim alınamıyor. Bunun da doğal sonucu olarak söylenebilir ki, kısa planlara sıklıkla işi düşen aksiyon türü “üç boyutlu sinema” ile pek barışamayacak gibi duruyor. Ancak endüstriyel sinema, bilinen gerekçelerle aksiyon türünden vazgeçemez. Bu da bir ikilem doğuruyor. Gelişen dijital teknolojiler sayesinde bağımsız sinema yükseliyor yani toplamdaki gişe rakamlarında endüstriyel sinemaya ciddi bir rakip oluyor. Öte yandan korsan kopyalama yüzünden de büyük kayıplara uğrayan sektörün devleri çareyi, rekabeti başka bir alana çekmekte görüyorlar. Bu yeni alan amatörlere yani bağımsızlara kapalı olmalı ve korsana karşı da dayanıklı olmalı. İşte bu sebeple gelecekte üç boyutlu film örneklerini ve pahalı animasyon filmlerini daha sık göreceğiz. Ancak üç boyutlu aksiyon filmleri istenen etkiyi belki de yapamayacak çünkü; netleme sorunu yüzünden, bu filmlerin insan gözünden beklentisi, gözün yapabileceklerinden daha fazla. Avatar’ın görkemini bir ölçüde gölgeleyebilecek bir durum bu…

Son olarak söylenebilecek şey şu olsa gerek; bütün sinemacılara ve sinemacı olmak isteyenlere Pixar’ı örnek vermek gerektiğine inanıyorum. Her ne imkanla film yapıyorsanız yapın, hikaye her şeydir. Kalıcı olmanın başka formülü yok. Klasikleri takip edin, insanca hikayeler anlatın. Pixar’ı Pixar yapan şey senaryolarının gücüdür.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

“James Cameron’dan Avatar” için bir yanıt

  1. Evet, pixar güçlü senaryoları canlandırdığı için çok başarıl olabilmiştir. Sanırım bu konuda daha da gelişecek ve en büyük olacaklar…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.