Karanlıkta

Sarmal bir galaksinin kollarından birindeyiz elbet. Ama hangi galaksi? Hangi kol? Neredeyiz?
Sarmal bir galaksinin kollarından birindeyiz elbet. Ama hangi galaksi? Hangi kol? Neredeyiz?

Ne bir kuyrukluyıldız, ne bir gezegen ne de bir yıldız yok yakınlarda. Onlarca parsek çapında, karanlık nebulalarla çevrili bomboş bir uzayda sürüklenen bir kaya parçası… Sarmal bir galaksinin kollarından birindeyiz elbet. Ama hangi galaksi? Hangi kol? Neredeyiz? Sahip olduğumuz tek şey sorular, sorular ve karanlık… Gökyüzüne bakıyoruz karanlıktan başka bir şey görmüyoruz. Tek tük parlayan yıldızları farkediyoruz ama gerçekte nedir onlar? Daha da önemlisi bütün bunların anlamı nedir? Yaşayıp gidiyoruz. İhtiyaçlarımız var. Beslenmeliyiz. Ve bunun gibi pek çok şey… Yıldız sistemlerini gözlemleyebiliyoruz. İrili ufaklı gezegenler, içlerinde halkalı olanlar da var. İkili üçlü yıldızdan oluşan yıldız sistemleri etrafında dönen devasa gaz gezegenlerden korkuyoruz. Çok büyükler. Kaya parçamızı yutmalarından korkuyoruz. Çok uzaktayız onlara. Ama yine de korkuyoruz. Bütün evren hareket halinde, bunu biliyoruz. Biz de hareket ediyoruz. Nereden gelip nereye gittiğimiz ise meçhul. Bir patlama ya da bir çarpışma gibi bir şeyin sonucunda uzayın derinliklerine savrulduğumuzu varsayan teorilerimiz var. Ama bu yine de kökenimizi açıklamıyor. Eskiden… Belki çok eskiden biz de bir yıldız sisteminde dönen bir gezegenin bir parçasıydık. Ne oldu da bu şekilde karanlığa sürüklendik bilemiyoruz. Bizi buraya sürükleyen şey her ne ise, bizi tekrar bulup yok etmesinden korkuyoruz. Kuşaklar boyu nakledilen bazı bilgilere sahibiz ama yine de korkmamızı engelleyecek kadar bilgiye sahip değiliz. Bilgiye açlığımızın sebebi belki de bu. Ne kadar çok bilir, ne kadar çok açıklarsak o kadar çok sahip olduğumuzu zannediyoruz. Oysa sahip olmayı gerçekten başarabildiğimiz tek şey var: karanlık. Uzayın sinir bozucu büyüklüğü, sessizliği ve karanlığı… Dış dünya neden bu kadar acımasız anlam veremiyoruz. Boşluk acımasızdır diye kendimizi teselli etmeye çalışıyoruz ama aslında bu korkumuzu daha da arttırıyor. Derin derin düşünenlerimiz var içimizde. Bize üretebildiğimiz tek duygunun korku olduğunu söylüyorlar. Yok olma korkusu… En kötüsü bu. Yok olma fikrine dayanamıyoruz. Bilginlerimiz bir yıldız sistemine ait olmamız gerektiğini ama çok uzakta olduğumuz için ait olduğumuz sistemi göremediğimizi söylüyorlar. Boşlukta hareket edebilecek gemiler yapıp karanlığı keşfe çıkmak istiyoruz. Bir yıldıza yeterince yakın olup ışığının gözlerimizi kamaştırmasını istiyoruz. Belki o ışık ve sıcaklık bizim dostumuz olur. Ama belki de sonumuz olur deyip yine korkuyoruz. Bazen gerçekten var mıyız yoksa  sadece bilinçten oluşan, şey olmayan bir şey miyiz diye merak ediyoruz. Bu kaya parçasında çok uzun zaman geçirdiğimizi zannediyoruz ama aslında bu zaman o kadar uzun değil. Çünkü galaksi, daha doğrusu evren çok büyük. Bizim için uzun olarak tanımlanabilecek bir zaman, galaksi için bir an kadar kısa. Zamanın öncesizliği ve sonrasızlığı ürkütüyor bizi. Ne yapacağız? Soru sormaktan vazgeçebilsek mutlu olacağız, yaşayıp gideceğiz, cahillik kutsanmışlıktır diyerek… Ama bunu da yapamıyoruz… Kendimizden kaçamıyoruz…

Derken O geliveriyor. Karanlık uzayın bilinmeyen bir yerinden. Bize benziyor.  “Selam!” diyor. “Merhaba!”. Biz korkuyoruz. Ama yaklaştıkça bize benzediğini görüyoruz, korkumuz azalıyor. Bizim gibi konuşuyor, yürüyor, nefes alıyor… Tamamen bize benziyor, ama sanki yine de bir farklılık var. “Sakin olun” diyor. “Her şeyi anlatacağım…” Etrafında toplanıyoruz. Ellerini kaldırıyor. “Size merak ettiğiniz her şeyin cevabını vereceğim. Ama bana önce biraz su verin. Bir de… Üşüyorum… Bir battaniye var mı?” Şüpheci yaşlılarımız O’nun her hareketini dikkatle süzüyorlar. Kibirli savaşçılarımız bir elleri silahlarında, üstüne çullanmaya hazır bekliyorlar, söyleyeceklerine kulak kabartarak… Aradan zaman geçiyor. Çok şeyler oluyor boşlukta yuvarlanan kaya parçasının üstünde. Fikir ayrılıkları yaşanıyor, uzlaşılıyor, kafalar karışıyor, sakin sakin düşünmek nedense çok daha az gerçekleşiyor. Eh, ne yapalım, doğamız böyle… Sonra tekrar yıldızlara bakıyoruz. Yine aynı karanlıkla ve korkularımızla yüzleşiyoruz. Yıldızları, galaksiyi hatta evreni düşünmemek, her şeyi unutmak kimilerimize daha iyi geliyor. Ama ben her şeyi düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Sessizce yaklaşıyorum O’nun yanına. Biliyorum sakince dinleyecek beni, bir soru soracağımı zannediyor belki. Sadece fısıldayabiliyorum, sesimin duyulup duyulmadığına emin olamıyorum. Soru sormuyorum:

“Teşekkür ederim…”


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.