Bilim değil sihir.

“Mr.Muscle’ın bileşimi bilimsel olarak formüle edildi.” Mr.Muscle
“Sihir değil bilim.” Loreal
“Head and Shoulders teknolojisi, dermatologlarla birlikte geliştirildi. yeditepe üniversitesi eczacılık fakültesi tarafından onaylandı” Head and Shoulders
“geliştirilmiş pro-v bakım kürü formülü” Pantene

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bilimsel olarak formüle edilmek, sihir gibi görünmesine rağmen başarısını bilime borçlu olmak, dermatologlarla beraber gerçekleştirilen teknoloji, bilim kurumları tarafından da onaylı, bakım kürü formülü… Yani hem kür, hem de formül. İksir gibi formül. Bir ürünün “bilimsel” olduğu ifade ediliyorsa o ürün iyidir, gibi bir yargı göze çarpıyor. Daha güzel bir ifadeyle yolu bir şekilde bilimle, bilimadamıyla kesişen bir ürün tüketilmeyi daha çok haketmektedir.

Mr.Muscle süper bilimadamı
Mr.Muscle süper bilimadamı

Özellikle kozmetik ve temizlik ürünlerine ait reklam görsellerinde gözlüklü beyaz gömlekli bilim insanlarına sürekli tanık oluyoruz. Marketlerde beğenimize sunulan ürünlerin çoğunun son derece gelişmiş laboratuvarlarda gözlüklü ve beyaz gömlekli ellerinde deney tüpüyle “bilim” üreten insanlar tarafından geliştirildiği sonucuna varıyoruz. Üretilen sloganlar ise çoğunlukla popüler bilim algısından ziyade pseudoscience –bu grekoingilizce terim yerine “bilimsi” kelimesi de kullanılabilir– kavramlardan besleniyor. Popüler bilim ile bilimsi arasındaki sınır da son derece zayıf ve ayırdedilemeyecek kadar belirsiz.

Popüler bilim; geniş kitleleri, özellikle genç insanları bilimsel düşünceye çekmeye yarayan, yaşadığımız evrende neler olup bittiğini hakkında fikir vermeye çalışan, kitle iletişim araçlarında yer alan düşünceler olarak tanımlanabilir. Bilimsi (pseudoscience); bilimsel olma iddiasında ya da bilimsel gibi görünen ama herhangi geçerli bir bilimsel metoda bağlı olmadan, destekleyici bir delil ya da akla yatkınlıktan yoksun olarak üretilen metodoloji, inanç ya da pratiktir.(1) Bilimsi, yanlışlanabilmeye açık değildir. Popüler bilim ve bilimsi çoğu zaman birbiriyle karışır. Çünkü her ikisi de kitle iletişim araçlarının oluşturduğu genel gürültü içinde kendilerine varlık alanı bulabilmektedirler. Popüler bilim genellikle işin erbabı tarafından üretilir oysa bilimsiyi hemen herkes üretebilir. Bilimsi üreten kaynakların kaynağı çoğunlukla popüler bilim ürünleridir. Popüler bilim, bilimin sınırlarındaki heyecan verici konuları kendisine konu edinebilir, oysa bilimsi, kendisine metafizikten, efsanelerden, dinden, bilimden, batıl inançlardan ve akla gelebilecek binbir türlü kaynaktan konular yaratabilir.

Anne karnındaki ceninde 120. günden itibaren beynin önemli bir kısmı dış kozmik ışınları değerlendirecek bir düzeye gelir; ve bu düzeydeki faaliyetleri ve kozmik ışın yapıların tesiri ile sizin “RUH” adını verdiğiniz, bedenin halogramik mikrodalga ikizini, bedene yaydığı dalgalar ile oluşturur. Tamamıyla beynin yaydığı bir çeşit özel mikrodalgalardan meydana gelen bu halogramik beden sizden öncekiler tarafından “RUH” kelimesiyle tanımlanmıştır. (2)

“Dış kozmik ışınlar”, “halogramik mikrodalga ikizi” gerçekte hiç bir bilimsel yazıda rastlayamayacağınız ifadelerdir. Bilimsi yazarı, bilimsel görünüşlü bu ifadeleri metafiziğin temel kavramlarından birini “bilimsel olarak” tanımlamak amacıyla kullanıyor. Gerçekte, elmaları armut cinsinden ifade etmeye çalışmaktan başka bir şey değil. Bilimsi; insanlık tarihi kadar eski bir tarzı, aydınlanma çağı sonrasında bilimselliğin domine ettiği bir dünyada bilim üzerinden işletiyor ve bilimi kendisine malzeme ediyor. Bugünün gazetelerinin hemen hepsinde bulunan fal köşelerine bakarsanız güneşin, gezegenlerin ve yıldızların hareketlerinin inceden inceye izlendiğini göreceksiniz. Fakat ne için? İnsan davranışlarının sırlarını ortaya çıkarmak için. Sevgilisiyle kavga edeni bir genç kızın akıl danışmak için kendisine yıldızları seçmesi ve bunu yıldızlara değil de gazeteye bakarak öğrenmesi ironik bir durum.

Kavram kargaşasının önüne geçmek için her şeyi olduğu gibi tanımlamak gerekiyor ve “sokaktaki insan”ın da bu tanımlamalardan haberdar olması gerekiyor.

Her şeyin sebebi aslında bilimin yanlış anlaşılması. Bunda kitle iletişim araçlarının sorumluluğu çok büyük. Bu yanlış anlaşılmanın sonucunda bilimin kendisi bir mitolojiye bir dine dönüşüyor. İnsanlara doğu ve yanlışı söyleme görevi de bilimin sırtına yükleniyor. Peki bilim nedir?

İlk önce açıkça bilinmelidir ki bilim gerçeklerden oluşmaz! Bilimsel bir bilgi “mutlak gerçek” değildir. Bilim modellerden oluşur. Bir bilimsel bilgi, o gün için yapılan deney ve gözlemlerle çelişmiyorsa, fenomenleri açıklamaya, tanımlamaya çalışan bir modelden ibarettir. Bilimsel bilgi her geçen gün kendini güncelleyen modellerden başka bir şey değildir. Bilim, bir balerinin üzerine geçirilen bir çuval bezi gibidir. Bilimadamı, o çuvalın önce beline bir ip geçirerek çuval bezinin balerinin vücudunda bir giysiye benzer bir hal almasına çalışır. Ardından o çuval bezinin uygun yerlerinden kesip biçerek, dikişler atarak mümkün olduğunca vücuda uygun ve tam oturan, hem de dansına uygun bir kostüme dönüşmesini sağlayacak modeller çizer. (3) Kaba bir ifadeyle bilim, “Nasıl?” sorusunun cevabıyla ilgilenir. “Neden?” sorusu çoğunlukla felsefenin alanına girer. İki maddesel kütlenin birbirlerini nasıl çektiği bilimin alanına girmektedir ama iki kütle neden birbirini çekmektedir sorusu daha çok metafiziğin ya da felsefenin alanıdır. Bilimsel düşünce, elbette ki her zaman “neden?” sorusunu sorabilir ancak ardı arkası kesilmeyecek “neden?” soruları nihayetinde bilimsel bilginin alanının dışında kalacaktır. Örneğin “evren nasıl oluştu?” sorusu bilimsel bir sorudur ve bu sorunun cevabı bilim sınırları içinde kalacaktır. Ancak “evren neden oluştu?” sorusuna verilecek cevaplar metafizik ya da felsefi cevaplar olacaktır. Öte yandan güncel bilimsinin en çok beslendiği kaynaklardan biri modern fiziğin zaman zaman flulaştırdığı alanlar olmuştur. Kuantum fiziği ya da izafiyet teorisi çoğunlukla bilimsiye kaynaklık etmektedir. Bilim felsefecilerinin hemen hemen bir yüzyıldır uğraştıkları temel sorun bilimselliğin sınırları olagelmiştir. Çünkü modern fizik bilimin temel kavramlarını sarstığı gibi bilimselliğin sınırlarını da zorlamıştır, zorlamaktadır. Kavramlar havalarda uçuşmakta, bu bilimsel kargaşanın popüler kültüre taşınması sonucunda da tam anlamıyla fizik-metafizik salatası oluşmaktadır. İngiliz felsefeci ve şüphesiz bu alanda yirminci yüzyılın en önemli ismi Karl R. Popper bilimsel olan ile bilimsel olmayanı birbirinden ayırt etmek için bir yöntem geliştirmiştir. Popper’a göre yanlışlanabilir bilgi bilimseldir. Bir bilgi yanlışlanabilmeye açık değilse bilimsel değildir. Yani bilimsi ya da metafizik ya da felsefedir.

Yapılan en temel hatalardan biri de bilim ve teknolojinin birbiriyle karıştırılmasıdır. Teknolojik ilerlemelerin karşısında gözleri kamaşan sokaktaki insan bilimin çok geliştiğini düşünmektedir. Çünkü kitle iletişim araçlarında bilim ve teknoloji çoğunlukla eşanlamlı gibi kullanılmaktadır. Temel bilimlerde 1930’lardan beri ciddi bir ilerleme olmadığını düşünecek olursak her geçen gün başdöndürücü hızla gelişen – ilerleyen şeyin bilim değil teknoloji olduğu anlaşılabilir. Gelişen teknolojidir, teknoloji geliştikçe, yirminci yüzyılın ilk yarısında son halini alan bilimsel kavramlar daha çok uygulama alanı bulmaktadır, bu sayede bilimin geliştiğine dair eksik bir kanaat oluşur. Kuantum fiziği ya da izafiyet teorisinden bugüne bilimde dikey bir ilerlemeye şahit olmadık. Teknolojinin gelişmesi, ulaşım ve iletişim imkanlarının küreselleşmesi karşısında insanoğlu afallamıştır. Bu başdöndürücü değişim “bilimin zaferi” olarak görünmektedir.

Bilimin zaferi ise yan etkilerden arınmış değildir. Her ilacın yan etkisi olduğu gibi küresel teknolojik gelişmenin yan etkileri de bilimin metafizikleşmesi, dinsel bir görüntüye bürünmesidir. Bunun da alt yapısında da tüketim toplumu ile metafizikleşmiş bilim imajının kolkola çok mutlu bir hayat sürebiliyor olmaları yatıyor. Lütfen dikkat ediniz: Einstein artık bir ikonadır. Beyaz dağınık saçları, kırış kırış huzur verici yüzünden eksik olmayan gülümsemesi ile “person of the century” yani yüzyılın insanı seçilmiştir. Kilisenin Meryem – Bebek İsa ikonaları yerine Batı dünyasında bilim adamı ikonları egemenlik kurmaya başlamıştır. Bilimadamları dalgındır. Bilimadamları evrenin sırları ile debelenirken saçlarını taramaya fırsat bulamazlar, düğmelerini yanlış iliklerler, yürürken bir ayakları kaldırımda diğeri sokakta olsa da farkına varmazlar. Azizlerin menkıbeleri yerini bilimadamlarının menkıbelerine bırakmıştır. Hayatının büyük bölümünü akıl hastenesinde geçiren, çatlak ama dahi Walter Bishop, hem fizikten anlar, hem kimyadan, aynı zamanda bilim efsanesinin adeta bir peygamberidir. Ama aslında ürettiği bilgi sadece bilimsidir. Pseudoscience’tır.

Fringe Science - Sınır Bilim azizi Walter Bishop
Fringe Science – Sınır Bilim azizi Walter “Bishop”

“Bilim ne derse doğrudur” diyen biri büyük ihtimalle size bir şey pazarlamaya çalışıyordur. Bu bir diş macunu olabilir, bir şampuan olabilir ya da bir dünya görüşü olabilir. Kitle iletişim araçlarında yer alan “bilim”, bilim değildir. Kitle iletişim araçlarında yer alan bilim, kutsal ve sadece kendi elitleri tarafından üretilebilecek yeni bir dindir. Kitlelere düşen şey sözümona bilimsel düşünceye, ortodoksça bir bağlılıktan başka bir şey değildir. Kısacası kuralları büyük sermaye ve tüketim lordları tarafından konan yeni bir bilimsi ortaya çıkmıştır. Bu yeni bilimsi ne işe yaramaktadır? Tabi ki çok daha iyi tüketiciler olmamıza…

Özetle; gerçekte bilim, bize sadece yaşadığımız evrenin işleyişi hakkında bilgiler verir. Ne dinin yerini alabilir ne de felsefenin. Bilimin, dinin ve felsefenin yerine konduğu yerlerde kavramsal bir hata yapılmaktadır. Milyarlarca dolarlık pazarları yöneten piyasa koşullarının, bilimi kendi safında gösterip dini ve felsefeyi düşman ilan etmesi boşuna değildir. Bilinmesi gereken şey, kitle iletişim araçlarındaki bilim imajının yeni bir bilimsi, yeni bir pseudoscience olmasıdır sadece… O bilim değil, sihirdir.

(1) http://en.wikipedia.org/wiki/Pseudoscience
(2) http://geyiksatosu.blogspot.com/2007/05/dim-bilim-kurgu-ve-bilimsi.html
(3) Füzyon dergisi, sayı 1, 1990. Ahmet Yüksel Özemre, Röportaj Ali Özer, Çetin Kılıç

Clinically Unproven, Pseudo Science In Advertising


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.