Klasik sanatı hor görmeyin

Klasik sanatı hor görmeyin, sanat olmasının ötesinde anlam taşır.

Klasik öyküler ölümsüzdür.

Son günlerde çokça konuşuldu; duvara bantla yapıştırılan muz konusu. Bu sayede modern sanata her kesimden her seviyede eleştiriler getirildi. Konu modern sanatın sokaktaki insandan kopuk olmasının çok daha ötesinde anlamlar taşıyor. Sanat insan ruhunun bir ürünüdür. Sanatın kendini içerikten soyutlayıp ısrarla biçime indirgenmesi hiç iyiye işaret değil. Sanat, insanın aynası gibidir. İnsan ruhu ne durumdaysa, bunu sanatında görebilirsiniz. Modern sanatın kurumsallaşarak endüstri haline gelmesi, kendine has bir tür pazarlama evreni yarattı. Batıda gelişen her şeyin endüstrileşmesi, ya da kabaca ‘satılabilir’ hale gelmesi sanatsal beceriyi öldürüyor. İngilizcedeki craftsmanship, bizdeki zanaat, otomasyon teknolojileri sayesinde değersiz hale geliyor. Ama işin aslı öyle değil.

Modern sanat camiasının kapalı bir toplum haline gelmesi, kurnaz sanatçı tipini doğurdu. Sınırlı kavramlar havuzunda dans eden modern sanat, skandal yaratan, seyircisini ahlak krizine sokan işleri cesaretlendiriyor. Kurnaz ve çıkış yapmak isteyen sanatçı skandal yaratmaktan başka çare bulamıyor. İşin aslı çıkış yapmak isteyen sanatçı diye bir şey olamaz. Gerçek sanatçı çıkış yapmakla ilgilenmez. Kara mizah gibi evet ama, gerçek budur. En bilinen örnek Van Gogh. Van Gogh da modern sanatçı olarak kabul edilmelidir. Ancak Vang Gogh için sanat, artık yepyeni bir anlam kazanan ‘en modern sanattan’ çok farklı olsa gerekti. Hayatı boyunca sadece tek bir tablosu satılmış, sefalet içinde ölene dek resim çizmeye devam etmiş bir adamdan bahsediyoruz. Bugünün hangi ‘çıkış yapmak isteyen sanatçısı’ Van Gogh gibi yaşayıp ölmeyi göze alabilir? Kaç tane böyle sanatçı var, ve kaçını biliyoruz? Daha da kötüsü, bugünün dünyası böyle bir sanatçının yaşamasına izin veriyor mu? Yoksa hepimiz, sanatçılar da dahil, birer işadamına mı dönüştük? Beklediğimiz çıkışı yapamayınca sanattan vazgeçiyor muyuz? Van Gogh gibi ‘başarısız’ bir sanatçıyı gözlerimizle görebilmeyi başarsak bile toplumun dışladığı bir ucube olduğunu ya da başarısızlığı kendisinin hak ettiğini mi düşünüyoruz? Örneğin ‘çıkış yapmak isteyen sinemacı’, kurnazca modern sinema panteonunun kısıtlı kavram havuzundan bir kaçını seçip, doğru insanlarla doğru ilişkiler kurup, o çok arzuladığı çıkışı yapmalı mıdır? Bunun tersi ise popüler kültüre köle olmaktan geçiyor.

Bir sinemacı olarak başarılı olmaya odaklanmam gerekiyor. ‘Başarılı olmak’ derken finansal başarıdan başka hiçbir şey kastetmediğimi belirtmeliyim. Başka türlü başarılar ‘karın doyurmuyor’ çünkü. Bugün dünya bana finansal başarı dışında bir amaç yüklemiyor. Bir sanatçı için bu amaç iki şekilde gerçek olabilir: 1- Modern sanat panteonu (festivaller, sergiler, eleştirmenler, jüriler, bir zamanlar ölümlü iken bir şekilde panteona dahil olabilmiş bireyler vs.) tarafından onay görmek. Bu senaryoya uygun binlerce başarı öyküsü var. Her sene büyük film festivalleri ‘çıkış yapan’ genç sanatçılarla dolup taşıyor. Topu topu üç kavram üzerine inşa edilen, sınırlı sayıda insana ait dünya görüşünü olumlamaktan başka hiçbir fonksiyonu olmayan işler ödüllendiriliyor ve panteon, ölene dek içinde barındıracağı yeni bir üye kazanmış oluyor. Bu ‘inanılmaz’ başarıları gören ve başarıya odaklanmış, yüz binlerce, ‘çıkış yapmak isteyen’ sanatçı bu şekilde yaratılyor. 2- Popüler kültüre teslim olmak. Popüler kültür ve popüler sanat süreçleri, modern sanat panteonu için kötü yola düşmekle eşdeğer bir durum. Biz ölümlülerin dünyasına bakıp, kötü yola düşmüş zavallılardan başka hiçbir şey görmeyen elit bir cemaatten bahsediyoruz. Bir yanda duvara bantlanmış muz, diğer yanda Recep İvedik. Bir sinemacı olarak kaç bin kere işittiğimi sayamadığım iki cümleyi takdim etmek isterim:

  • Neden sen de Recep İvedik gibi bir film çekmiyorsun. Sonra istediğin filmi çekersin.
  • Neden sen de NBC gibi bir film çekmiyorsun. Sonra istediğin filmi çekersin.
    Ben Van Gogh değilim elbette ama cevabım: xxx

Recep İvedikvari, ultra popüler olabilecek bir projem hiç olmadı. Ancak bir keresinde modern sanat panteonuna girme şansım olmuştu. Beni o seçkin cemaate sokabilecek bir kısım otoriteye bir projemin sunumunu yapmıştım. Projemi dinledikten sonra işimin ‘çok auteurish’ olduğunu söylediler. Yani auteurish olmamak gerekiyormuş. Kimin ‘auteur’ olup olamayacağını bilemeyip haddimi aştığım için üzgünüm. Başka bir eserin yaratılmasına ve övgülere boğulmasına karar verdiler. Tahmin edilebileceği gibi beş kavramlık havuzdan çıkmaya kimse yanaşmamıştı. (Çıkış yapmak isteyen sinemacı için tüyo: Filminin saturasyonunu sıfıra iyice yaklaştır. Geniş kırsal kesim fotoğraflarına, fakirlik, ahlaki tükenmişlik, sıfıra yakın ya da anlamsız diyalog ilave et ve sakın faydalı olmaya çalışma. Sanatçının görevi asla topluma ya da insanlığa faydalı olmak değildir. Sanatçının görevi skandal yaratmak, seçkinlerin dünya görüşünü olumlamak, ötekilerin acınacak bir şekilde elit olamayışlarının öyküsünü anlatmaktır. Karamsarlık ve sıkıcılık esastır.) Bir benzeri duyguyu, adı sanı çok bilinir bir film festivaline filmimi gönderdiğimde, ön seçici kurulun ilk elemeyi ‘tanıyorum’, ‘tanımıyorum’ şeklinde yaptığını öğrendiğimde hissetmiştim. Tanımadıkları sinemacılara şans vermeyi tercih ettiklerini sanıyorsanız çok naifsiniz.

Söz gelimi Berlin Film Festivali gibi A sınıfı bir festivale filminizi çat kapı gönderdiğinizde şansınızın ne kadar olduğunu zannediyorsunuz? Tahmin ediyorum: bugünlerde yaklaşık binlerce film böylesi A sınıf bir film festivaline başvuru yapıyor. Her film ortalama doksan dakika olarak kabul edersek ve beş kişilik bir seçici kurulun filmleri izlemesi için yüzlerce gün aralıksız film izlemeleri gerekiyor. Filminizi izleyip, iyi olup olmadığına karar vereceklerini zannediyorsunuz değil mi? Peki…

Gerçekte, elit seçicilerden ‘onay almak’ ya da ‘finansal başarı’, sanatın ya da sanatçının motivasyonu olamaz. Bu ikisi olsa olsa ‘yan etki’ olabilir. Finansal başarı elde etmiş olmak ya da seçilmiş olmak gibi özelliklere sahip sanatçılar dışındakileri yokluğa mahkum eden bu dünya görüşü, felaket habercisidir. Öyküsü (sanatı) olmayan toplum batmak üzere olan bir toplumdur. Bir kısım insanın kendisini sanatçı, yapılanı sanat olarak kabul ediyor olması bu gerçeği değiştirmez.

Gerçek sanatı, pseudo (sahte) sanattan ayırmak için tek bir kriter vardır: Ölümsüzlük. Bunu da görmeye -üzgünüm dostlarım- sanatçının ömrünün yetip yetemeyeceğinin bilgisini veren bir resmi daire bulunmuyor. Kısmetiniz varsa Picasso olursunuz. Kısmetiniz kapalıysa Van Gogh. Ömrünüz sanatınızın ölümsüzler kervanına girip girmediğini görmeye belki yeter, belki yetmez. Bıkmadan usanmadan üretmeye devam ederseniz gerçek bir sanatçısınızdır. Sabrınız yok mu, başarı olmadan, onay görmeden üretmeye devam edemiyor musunuz? Sanatçı değil kullanılmış araba satıcısısınız.

Manifesto köşesi: Sanat biçime indirgenemez. Sanat içeriksiz olmaz. Biçim ve içerik; tıpkı ruh ve beden gibi, birbirinden ayrılmaz bir bütünün parçalarıdır. Sanat eseri aynı zamanda bir ahlak (etik) sorunudur. Klasik sanat, ölümsüzlüğe kapı aralar. Klasik sanat, toplumları toplum yapar. Örneğin Homeros (ve Hesiodos, Aeschylus, Sophokles, Euripides) olmasaydı bugün Antik Yunan Medeniyeti diye bir şey olduğundan haberimiz olmayabilirdi. Shakespearesiz ya da Goethesiz, İngiliz ya da Alman kültürü ne olurdu? Klasikler bir medeniyeti ayakta tutan taşıyıcı sütunlardır. Klasik, eskiye mahsus bir çaba değildir. Eski olanları biliriz çünkü onlar ölümsüz olduklarını kanıtlamışlardır. Bugünden yarına kalacak olan klasiklerimiz nerede? Ben göremiyorum, belki (umarım) vardırlar. Ancak başarıya odaklanmış sanatçıdan ‘klasik’ ya da ‘ölümsüz’ çıkmaz.


Yayımlandı

kategorisi

,

yazarı:

Yorumlar

“Klasik sanatı hor görmeyin” için 2 yanıt

  1. Ahmat Maransa

    Bu yazı bu meselelere nokta koymuş diyebiliriz. Ölümsüz bir sanatçı olacağınızdan eminim. Bir gün ölümsüzlüğünüz kanıtlandığında (yaşıyor oluyor musunuz bilmem) benim gibi sizden emin olan bir grup insan “biz bunu biliyorduk” diyeceğiz. Eğer ölümsüzlüğünüz kanıtlanmazsa da sizin ölümsüzlüğünüzü bu bir grup insan olarak biz kanıtlayacağız.

  2. Emre

    Hocam, kesme üstüne kesme yapılmış her şeyin diyalogla anlatıldığı bir film yerine veya kısık kısık bir kaç kelimenin konuşulduğu üç saatlik bir film yerine bu yazıyı yazdığınız için teşekkür ederim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.